Akdeniz’in merkezinde küçük bir ada devleti olan Malta, aslında üç büyük ve iki de küçük adadan oluşan bir takımada topluluğudur.
Üzerinde yerleşim olan adalardan diğer ikisi Gozo ve Comino’dur ancak toplam nüfus bakımından Malta tüm adalar arasında açık ara öndedir.
Yedi bin yıllık köklü bir geçmişe sahip olan ülke, uzun süren sömürgecilik tarihinde birçok farklı millete ev sahipliği yapmıştır.
Akdeniz üzerinde hakimiyet kurmak isteyen ülkelerin stratejik bakımından önem atfettikleri Malta, bu özellikleri nedeniyle Fenikeliler, Romalılar, Araplar, Sicilyalılar, Fransızlar ve İngilizler gibi çeşitli güçlü devletlerin egemenliğine girmiş ve tarih 1964 senesini gösterdiğinde nihayet bağımsızlığını ilan ederek hızla güçlenmeye başlamıştır.
Tarihindeki bu çok ulusluluk, beraberinde Malta’ya bir kültür zenginliğini de getirmiştir. Neredeyse herkesten bir iz taşıyan Malta kültürü, bugün hala hayranlıkla izlediğimiz tüm özelliklerini de bu köklü geçmişine borçludur.
Yüz yıllar boyunca Avrupa ve Kuzey Afrika arasında bir köprü görevi görmesi, günümüzdeki yaşam tarzlarının ve kültürlerinin şekillenmesinde önemli rol oynar. Özellikle Arap kültürü, dinden mutfağa kadar geniş bir yelpazede derin izler bırakmıştır.
1530’dan 1798’e kadar adada hüküm süren Malta Şövalyeleri ise Malta’nın Avrupa kültür sahnesinde önemli bir rol oynamasını sağlamış ve adaya altın çağını yaşatmıştır.
Ülkede konuşulan resmi dil Malti’dir. Malti, Afro-Asya dil ailesindeki tek Avrupa dilidir ve çok sayıda etnik grubun bir arada yaşadığı Malta halkı için birleştirici bir unsurdur.
Din, Malta kültürü üzerinde hala oldukça büyük bir etkiye sahiptir. Katoliklik uzun süredir adada varlığını sürdürür. Din özgürlüğünün anayasa ile korumaya alındığı, topraklarında Rum Ortodoks kiliseleri, camiler ve sinagoglar gibi farklı dinlere ait ibadet merkezlerinin yer aldığı Malta’nın tamamına yakını Katoliktir.
Saint Paul, ülkenin en güçlü ulusal sembollerinden biridir. Malta’nın her köyünde ve her kasabasında, koruyucularına adadıkları yerel festivaller düzenlenir. Bunların arasında en önemlileri ise Saint Peter ve Saint Paul’e adanmış olan Mnarja Festivali’dir. Etkinlik, 16. yüzyıldan bu yana değişmeyen bir hükümet duyurusunun okunmasıyla başlar; yemekler, dini ritüeller ve müzikle devam eder. Malta kültürünü ve geleneklerini yakından tanımak isteyen turistler ve gezginler için bu festivaller paha biçilmezdir.
Başkent Valletta, Avrupa’nın en küçük başkentlerinden biridir. Çok güçlü bir barok karaktere ve 16.yüzyıl kenti olma zarafetine sahip olan bu küçük başkent, bir bütün olarak UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne dahil edilmiştir.
Malta Şövalyeleri tarafından stratejik bir kale olarak inşa edilen başkentin adı da şehrin kurucusu Grandmaster Jean Parisot de Vallette’den gelmektedir.
Elli beş hektarlık bir alanın içerisinde yer alan üç yüz yirmi anıtıyla Valletta, “Dünyanın en yoğun tarihi alanlarından biri” unvanını kazanmıştır.
Malta ve Gozo adalarında yedi megalitik tapınak bulunur. Gozo adasındaki devasa Ggantija tapınağı, söylenene göre piramitlerden bile daha yaşlıdır ve bu özelliğiyle dünyanın ayakta kalmış en eski anıtı olarak koruma altına alınmıştır.
“Sessiz şehir” olarak da adlandırılan ve bir zamanlar Malta’ya başkentlik yapmış Mdina şehri, dar sokakları, şehri çevreleyen surları, göz alıcı Barok mimarisi, sarayları, kiliseleri ve katedralleriyle adeta tarihe bir yolculuk yapmayı vaat eder. Gelecek nesillere bırakılacak önemli bir kültürel miras olarak UNESCO tarafından koruma altına alınmıştır.
Barok mimari tarihinin en önemli mimarlarından biri kabul edilen Lorenzo Gafa, ortaya koyduğu eserlerle Malta’nın mimari peyzajında belirleyici olmuştur. Mimari alanda yaptığı katkılar, Barok stilini Malta’nın ayrılmaz bir parçası haline getirmiştir.
“Aile”, özellikle de “Geniş aile” kavramı Malta kültüründe çok önemli bir yere sahiptir. Aile bağları, aile büyükleriyle kurulan yakın ilişkiler Maltalıların günlük yaşamını ve rutinlerini düzenler. Bayram, festival, doğumgünü gibi etkinlikler tüm ailenin bir araya geldiği geniş bir aile toplantısıyla kutlanır.
Her ne kadar kadınlar ve erkekler anayasada eşit hak ve özgürlüklere sahip olsalar da, geleneklerine son derece bağlı olan Malta toplumu özellikle evli kadınlar üzerinde kısmen de olsa sınırlayıcı olmuştur. Kadınların büyük bölümünün eğitimli ve meslek sahibi olması da bunu değiştirmez. Evli olan kadının birincil görevi ailesine bakmak ve çocuklarını yetiştirmektir.
Malta mutfağı, özellikle Arap, İtalyan ve İngiliz mutfaklarından güçlü bir şekilde etkilenmiştir. Ulusal yemeği haşlanmış Malta tavşanıdır. Gozo adasının geleneksel peyniri olan Gozitan peyniri, salyangoz haşlama, enginar dolması, domuz eti, sebze çorbası ve hamur işleri de Malta mutfağının ayrılmaz parçaları olarak öne çıkar.
Malta dilinde yazılmış en eski edebi metin, on beşinci yüz yılda Pietru Caxaro’nun II-Kantilena şiiridir. Maltaca dilinde basılmış ilk roman ise 1862’de yayınlanan Elvira veya Bir Tiranın Aşkı romanıdır.
Ülkede sanat, tarih öncesi dönemlere kadar uzanır. Ghar Dalam’da bulunan çanak çömlek ve figürinler, Neolitik tapınakların duvarlarına çizilmiş hayvan figürleri, tüm Akdeniz’de türünün ilk örnekleri olarak kabul edilir.
En eski geleneksel zanaatlardan biri Bizilla adı verilen Malta dantelidir. Yapımında genellikle İspanyol ipeğinin kullanıldığı dantellerde en çok kullanılan motif Malta haçıdır.
Ada genelinde çok sevilen bir diğer geleneksel el sanatı ise altın ve gümüş ipliklerin ince ince bir araya getirilmesiyle elde edilen Telkari’dir. Bu karmaşık ve süslü mücevherlerin yapımını izlemek, adayı ziyaret edenler arasında son derece popülerdir.
Beşik yapma sanatı, Malta kültürünü yansıtan birçok geleneksel zanaat arasında çok önemli bir yer tutar zira Presepji denilen beşikler Malta geleneğinin çok güçlü bir parçasıdır.
At yarışlarının ve su topunun uzun bir geleneğe sahip olduğu ülkede en sevilen spor dalı ise futboldur. İtalya ve İngiltere futbol takımları büyük bir coşkuyla desteklenir ve önemli galibiyetlerde bu coşku tüm ülkeyi ciddi anlamda etkisi altına alır.