Malta Nerededir? Malta'da Gezilecek Yerler Nelerdir?

Geçmiş zaman olur ki dendiğinde kalın tarih kitaplarına sığacak kadar medeniyet görmüş farklı bir coğrafya Malta. Ayrıca şehir şehir gezilebilecek bir ülke değil, adacıkların oluşturduğu küçük bir devlet ve Akdeniz’in ortasında Avrupa’yı temsil ediyor. Malta’yı geçmişiyle keşfetmek ve önemli noktalarını içine alacak bir rota oluşturmak için Malta Adası, Comino Adası ve Gozo Adası olmak üzere 3 adada yoğunlaşmanız gerekiyor. Aslında başka adalar da var ama ülkenin mutlaka görmelisiniz diyebileceğimiz yerleri bu adalar üzerinde konumlanıyor.

Image
1

Osmanlı döneminde kuşatmayla alamadığımız ve şövalyelerinin ünüyle bilip tanıdığımız bu sıcak ülke birbirinden güzel koylarıyla, çok ama çok eski tapınaklarıyla ve daha nice sürpriz duraklarıyla sizi şaşırtacak diyebiliriz. Peki rotada neler var, Malta’da gezilecek yerler nereler, satırlarla gezmeye ne dersiniz?

Malta Adası Gezilecek Yerler

Bu küçük ülkenin en turistik rotası 237 kilometrekarelik yüzölçümüyle aynı zamanda en büyük ada olan Malta. Dolayısıyla keşfe bu adadan başlayabilirsiniz. Ülkenin İstanbul’u diyebileceğimiz bu adanın başkenti ise Valletta. Malta Adası’ndan diğer adalara otobüsler ve ardından da feribotlarla ulaşım sağlanıyor. Dilerseniz tur teknelerini de kullanabiliyorsunuz.
 

  1. Valletta

Valletta Osmanlı kuşatmasına 4 ay direnip zafer kazanan baş şövalyenin adını (Jean Parisot De La Vallette) taşıyor. Küçük bir semt gibi gezebileceğiniz ve 1, bilemediniz 2 günde tamamıyla keşfedebileceğiniz başkentin en dikkat çeken özelliklerinin başında yokuşlu sokakları ve sarıMalta taşından yapılmış cumbalı evleri geliyor. 16. Yüzyılda burçlarında şövalyelerin nöbet tuttuğu kalın surlarla çevrili şehir Unesco Dünya Kültür Mirası Listesi’nde. Sokakları gezerken çok güzel fotoğraf kareleri yakalayabileceğiniz kentte mutlaka görün diyeceğimiz noktalar ise şöyle;

Image
2
  • St. Johns Katedrali : 1577 yılında yapılan katedralin dış görünüşü çok ihtişamlı değil. Ama içeri girdiğinizde din şehidi sayılan şövalyelerin mezar taşlarıyla döşenmiş zeminleri ve sanat eseri heykelleriyle oldukça etkileyici. Ayrıca İtalyan ressam Caravaggio’un iki ünlü eseri de katedralin içinde sergileniyor. Katedrali Pazar hariç hergün gezebiliyorsunuz. 
     
  • Upper Barrakka Gardens : Şehri izleyebileceğiniz bir tepe nokta arıyorsanız o yer burası. Maviliğin içine sığmış bir şehri seyredebiliyor, birçok kareden fotoğraf çekebiliyor, muhteşem gün batımları izleyebiliyor ve saat 12:00 veya 16:00’da yapılan top atışlarını da görebiliyorsunuz. Ayrıca Game Of Thones’ın bazı sahneleri de burada çekilmiş.
     
  • Grand Masters Palace (Büyük Üstat Sarayı) : Devlet yönetim ofisi olarak kullanılan bina 1571 yılında yapılmış ve günümüze kadar gelebilmiş en eski binalardan biri. Müze olarak gezebileceğiniz sarayın alt katında şövalyelerin zırhları sergileniyor.
     
  • Manoel Tiyatrosu : 1700’lü yıllarda yapılan bu binada hala tiyatro yapılıyor ve Avrupa’da en eski tiyatro binaları arasında 3. sırada yer alıyor. İlle de tiyatro izlemeniz gerekmiyor, mimarisinin güzelliğini görmek için bile girebiliyorsunuz. Tiyatro Pazar günleri kapalı.
     
  • Malta Ulusal Güzel Sanatlar Müzesi:Sanat koleksiyonlarından hoşlanıyorsanız, şehrin bu eski binasında dünyaca ünlü sanatçıların eserlerini görebilirsiniz.
     
  • Saint Elmo’s Kalesi ve Ulusal Savaş Müzesi : Osmanlı kuşatmasında topçuların hedefi olan kale 1500’lü yıllarda yapılmış. Fotoğraflarını çekerken bir savaş sahnesinin fonu gibi de düşünebilirsiniz.
     
  • Ulusal Arkeoloji Müzesi : Malta’nın tarih yolculuğundaki durakları en iyi anlatan, en kapsamlı ve en çok eser göreceğiniz müze Republic Street, yani şehrin ana caddesi üzerinde. Her gün gezebiliyorsunuz. 
     
  • Old Bakery Street :Başkentin en güzel fotoğraflayabileceğim  en fotojenik sokağı neresi diyorsanız bu sokağı görmeden geçmeyin.
     
  • Lascaris Savaş Odaları : II. Dünya Savaşı’nda karargah olarak kullanılan bu gizli geçitte savaş stratejileri görüşülüyormuş. Günümüzde ise bir müze ve her gün gezilebiliyor.
     
  • Hagar Qim : Malta’nın Hristiyanlıkta kutsal bir coğrafya olarak bilinmesinin nedeni tapınaklarının fazla olması. M.Ö. 3800’lü yıllarda yapıldığı düşünülen Hagar Qim’de bu tapınakların en eski olanlarından ve 1839’de keşfedilmiş. Valletta’ya 15 km uzaklıktaki bu arkeolojik alan Prehistorik döneme ait. Haftanın her günü gezip görebiliyorsunuz.
     

 

  1. Mdina ve Rabat

Malta’nın yeni başkentini gördükten sonra Mdina’ya, yani eski başkentine doğru yol almaya ne dersiniz? İçinde çok az insan yaşadığı için Sessiz Şehir olarak da bilinen kentin tarihsel dokusu Game Of Thrones dizisinin bazı sahnelerinin de seti olmuş. Motorlu araçların giremediği Mdina’nın labirenti andıran sokaklarını ya yürüyerek ya da faytonlarla gezebiliyorsunuz. Şehrin ismi adalar topluluğunun Araplara ait olduğu dönemlerden yadigar ve Imdina olarak telaffuz ediliyor. Gezginini olduğu yerden alıp Ortaçağ’a ışınlayan kent adanın ortasında konumlanıyor. Avrupa’nın en güzeli olarak nitelendirilen kalın antik surlarla çevrili ve içine kapanık bir şehir olan Mdina’dan çıktıktan sonra surların hemen dışındaki Rabat kasabası karşılıyor sizi.  Daha çok Roma etkisi hissedeceğiniz bu kasabanın evleri de tıpkı Valletta’daki gibi cumbalı ve rengarenk. Rabat ayrıca Malta’nın Hristiyanlıkla ilk tanıştığı dönemlerden kalan bir arkeolojik bir alana da sahip.

Image
  • St Paul’s Catacombs: Aziz Paul’un Malta’ya geldiğinde 3 ay yaşadığına inanılan mağara (St. Paul’s Grotto) ve 4. Yüzyıldan 9. Yüzyıla kadar ölülerin gömüldüğü yer altı mezarlarını kapsayan arkeolojik alanı her gün ziyaret edebilirsiniz.

 

  1. Sliema

Malta’nın en şaşırtıcı yönlerinden biri modern ile eskiyi çok iyi harmanlaması. Örneğin Mdina’dan çıktığınızda kendinizi sessiz bir zaman yolcusu gibi hissederken Sliema’ya geldiğinizde kalabalığın içinde dans edip, hareketli bir yaşamın ritmine kapılabiliyorsunuz. Malta’nın en turistik noktalarından olan Sliema aynı zamanda ülkenin en lüks restoranlarının ve en pahalı evlerinin olduğu bölge.

Image
3

 

  1. Marsaxlokk

Gezilen yer bir ada olur da, o ada da şirin balıkçı kasabası olmaz mı? Marsaxlokk (Güney Liman) şehri keşfedip kalabalığından sıyrıldıktan sonra maviliğin kenarında sessizliği yakalayabileceğiniz bir nokta. Kıyıya demirlemiş ve adına Luzzu denilen onlarca renkli tekne göreceğiniz bu kasaba ayrıca daha önce hiç tanımadığınız birçok deniz lezzetinin de adresi. Bu arada Marsaxlokk hakkında küçük bir bilgi daha ekleyelim; Osmanlılar Malta’yı kuşatırken adaya giriş noktaları da bu kasabaymış.

Kasabanın hemen yakınında ise Malta’nın yazlığı olarak kabul edilen Pretty Bay Plajı var. Yapay kum zeminli bu plaj Marsaxlokk’ta yiyeceğiniz bir Akdeniz lüferinden sonra yüzebileceğiniz popüler yerlerden. 

Image
5
  1. Cottonera Bölgesi (Three Cities)

Üç şehirden oluşan bu bölge Malta’nın şirin siluetini görmek ve 16. Yüzyıldan kalma tarihi evlerle dolu sokaklarında kaybolmak için seçilebilir. Ama Malta’nın tarih öncesi döneminden kalma ilginç bir tapınağınçok yakınında bulunması bu bölgeye gelmek için en güçlü sebep.

Image
6
  • Hal Saflieni Hypogeum : Sadece Malta’nın değil dünyanın da en merak edilen yerlerinden biri olan tapınak 1980 yılında Unesco Dünya Mirasları Listesi’ne alınmış. M.Ö. 4000 – 2500 yılları arasında kullanıldığı düşünülen ve 3 katlı olarak 11 metre derine kazılan mabette 7000’in üzerinde insana ait kemik kalıntıları bulunmuş. Burasının ölüm ayinlerinin yapılan bir yer olduğu görüşü ağır basıyor ve özel akustiğinin sırrı hala çözülmeye çalışılıyor. Gezmek isteyenlerin bilet bulmakta zorlandığı bu önemli noktaya az ziyaretçi kabul ediliyor.

 

  1. Popeye Village

1980’li yıllarda Robin Williams’ın başrol oynadığı Popeye Müzikali burada çekilmiş. Çekimler bittiğinde kurulan set kaldırılmamış ve turistik bir merkeze dönüştürülmüş. Burası TemelReis Köyü olarak da biliniyor ve kapısından girdiğinizde Safinaz ve Kabasakal’la karşılanıyorsunuz. Eğer bilet alıp köyün içine girmek istemiyorsanız bu masal bölgeyi koy üzerindeki bir tepeden de izleyebilirsiniz.

Image
7

Yüzmek isterseniz Popeye Village yakınlarındaki Golden Bay değerlendirebileceğiniz bir plaj. Şemsiye bulabileceğiniz ve hatta yiyecek alabileceğiniz tesisleri de var. Popeye Viilage’nin tam karşısında ise Malta’nın en uzun uzun ve en kumlu plajı olan Mellieha Bay konumlanıyor. Bu plajda da tesisler mevcut ve su sporları yapacaksanız en ideal yer de burası.

  1. Blue Grotto

Malta’nın güneyinde konumlanan Qrendi kentinin kıyılarındaki büyük mağaralara Blue Grotto (Mavi Mağara) deniliyor. Kaya oluşumları güneş ışınlarının denize yansımasıyla suyun rengini değiştiriyor ve bu özelliği de bölgeye popülerlik katıyor. Hatta Malta’nın turizm broşürlerinde en sık bu bölgenin görselleri kullanılıyor. Truva filminin sahnelerinin çoğu da anıt gibi görünen bu kayalık alanda çekilmiş.

Image
8
  1. Mosta

Sokaklarında kaybolmayı seveceğiniz Mosta’yı rotanıza eklemeniz için en geçerli sebep 37,2 metrelik çapıyla dünyadaki en büyük 3. kubbeye sahip Mosta Rodunda (Aziz Meryem Kilisesi)’nin burada olması. Roma’daki Panteon modeliyle 1860 yılında yapılan kilisenin ilginç bir de hikayesi var. II. Dünya Savaşı’nda bir hava bombardımanı sırasında 500 kg ağırlığında bir bomba kilisenin içine, o sırada ibadet eden 300 kişinin arasına düşer. Mucizevi bir şekilde patlamayan bu bomba sonraları denizin derinliklerine gömülmüş olsa da, temsil eden bir benzeri hala kilisenin içinde ve ziyaretle görülebiliyor.

Ada devletini oluşturan üç büyük adadan ikincisi Gozo Adası. Malta Adası’nı gezdikten sonra arabayla veya yaya olarak feribotla yarım saatte geçebiliyorsunuz.

67 kilometrekarelik bir yüzölçümüne sahip Gozo Adası’nın başkentinin eski ismi Rabat, şu an kullanılan ismi ise Victoria. Denizinin ve doğasının güzelliğiyle anılmasına rağmen adayı dünyaya tanıtan Game Of Thrones dizisi. Yazının başından bu yana anlaşıldığı gibi bu dizi adeta Malta ile özdeşleşmiş. Genellikle sakin bir atmosferi olan ve bayramlarda, festivallerde canlanıp hayat bulan adayı gezmek için 1-2 gün ayırmanız yeterli. Merkezi yerleri yürüyerek gezebileceğiniz gibi adada çok tercih edilen bisikleti de tercih edebilirsiniz.

  1. Victoria

Gozo Adası’nın Kudüs’e benzetilen başkenti Victoria’nın eski adı Rabat. Ama bu Rabat’ın Malta Adası’nı gezerken gördüğünüz Rabat’la sadece ismi aynı. Şehre 1897 yılında İngiltere kraliçesinin ismi verilmiş. Adanın ortasında konumlanan kent diğer bölgelerine göre kalabalık ve cafeleriyle, restorasyonlarıyla mola vereceğiniz yerlerden.

Kentin Citadella denilen hisar kısmında ise Meryem Ada’ya adanmış büyük bir katedral, adanın tarihinin sözcüsü bir Arkeoloji Müzesi, Doğa Tarihi Müzesi, Folklor Müzesi ve 16. Yüzyıldan kalma eski bir hapishane binası var. Ayrıca kalenin içindeki Akdeniz manzarasına nazır eski şehir, dar sokaklar ve şirin balkonlu evler de görülmeye değer. Bir Ortaçağ tepesi gibi görünen hisar Romalılardan kalma olmasına rağmen Şövalyeler tarafından bugünkü görünümüne kazandırılmış. Kaleye tırmanmak istemiyorsanız asansörlerle de çıkabiliyorsunuz.

Image
  1. Ggantija Tapınakları

Dilimize ‘devin kulesi’ olarak çevrilen bu tapınakların M.Ö 3600 – 3200 arasında, neolitik dönem veya sonrasında yapıldığı tahmin ediliyor. Mısır’daki piramitlerden daha eski olan bu yapıların inşasında devlerin çalıştığına dair bir inanış da var.

Dünya için en eski buluntulardan biri olması nedeniyle Unesco Dünya Mirasları Listesi’ne alınan kompleks, adanın başkentine 3 km uzaklıkta. Tapınaklara girmeden önce Neolitik Çağ’da yaşamın çeşitli yönlerini gösteren bir müzeden geçiliyor. Bazı bölümlerde duvar yüksekliği 6 metreyi bulan ve begonviller içine yayılmış tapınak kalıntılarının ardında ise  19. Yüzyıl atmosferinde küçük bir köy var. Tapınağı her gün gezebiliyorsunuz.

Image
2
  1. Azure Window

Dwejra Koyu’nda bulunan Azure Window yazımızda hep andığımız Game of Thrones dizisinde, Truva, Gladyatör, Monte Cristo Kontu gibi ünlü filmlerde arka fon olarak kullanılan ve muhteşem manzarasıyla mest eden kayalıklar. 60 metre yüksekliğinde doğal bir pencere gibi duran bu manzara birçok ressama da ilham olmuş. Ama erozyonlar sonucu artık eskisi gibi görünmüyor. 9 Mart 2017 deki çökme sonucu turistik bir puan kaybı olsa da bu dizilerle aklımızda kalan anıları da yeter.

Malta kuşatmasında Osmanlı gemilerinin demir attığı bu bölgede 10 metre genişliğinde bir iç havuz olan Blue Hole’de birçok deniz canlısının görülebildiği dalışlar yapabiliyorsunuz. Yine bölgede Blue Hole’e yakın konumdaki Inlans Sea denilen tuzlu gölde de dalış yapma imkanı var.

Image
4
  1. Ta ‘Pinu

Malta’da toplamda 359 adet tapınak ve şapel var. Bunlardan 46 tanesi ise Gozo Adası’nda bulunuyor. Eğer Malta gezi rotanıza birkaç tapınak eklemek istiyorsanız, Ta ‘Pinu Tapınağı heybetli görünümü ve ilginç hikayesiyle Gozo’da en çok ziyaretçi çeken noktalardan biri. Mucizeler Tapınağı da denilen bu ilginç mabet boş bir alanda dört yana hakim bir manzara sunuyor. 1500’lü yıllarda yapılan ve günümüze kadar bir çok restorasyon geçiren tapınağın gerçekliği tartışılan ama çoğunlukla inanılan bir de hikayesi var. 1883 yılında Carmen Grima adındaki bir kadın dua ederken şapelin duvarında asılı Meryem Ana resminin kendisiyle konuştuğu ve dua et dediğini söylemiş. Kadının duası üzerine hasta annesi iyileşmiş ve olayın duyulmasının adından kilisenin ziyaretçisi de eksik olmamış. Ta ‘Pinu Tapınağı’nda bulunan Kutsal Müze’de Maltalı ünlü ressam Emvin Cremona’nın eserlerini de görebiliyorsunuz. Ücretsiz gezebileceğiniz tapınak haftanın her günü saat 19:00’a kadar açık.

Image
5
  1. Sannat Köyü

Gozo Adası el işi dantelleriyle ünlü. Adanın güneyinde Mgarr'dan 8 km uzaklıktaki bu geleneksel köyde evinin önüne sandalye atıp dantel ören kadınlarla dolu sokaklar hem fotoğraf tutkunlarının hem de hediyelik eşya satın almak isteyenlerin uğrak yerlerinden. Her yıl Temmuz ayının 3. haftasında köyde cıvıl cıvıl festivallerin düzenlendiğini de söylemeden geçmeyelim.

  1. Xewkija Rodunda (Gozo’nun en büyük kilisesi)

Gozo Adası’nın en eski köylerinden olan Xewkija Aziz John’a adanan ve kubbesi adanın her yerinden görünen heybetli Rodundası ile ünlü. Kilise sadece Gozo Adası’nın en büyük kilisesi olmakla kalmıyor, kubbesi de Roma’da bulunan Aziz Petrus Kilisesi’nden sonra 74 metre boyu ve 27 metre çapıyla dünyadaki en büyük 3. kubbesi olma özelliği taşıyor. Kubbenin ağırlığının ise 45.000 ton olduğu tahmin ediliyor.

  1. Mgarr ix-Xini Plajı

Kiliseyi gördükten sonra rotanızı 5 km mesafedeki şnorkelle yüzmekten keyif alacağınız Mgarr ix-Xini plajına çevirebilirsiniz. Bu koy aynı zamanda su altı fotoğrafları çekmek ve adrenalin tutkunuysanız kaya tırmanışı yapmak için çok uygun. Sannat köyünden veya Xewkija'dan yürüyerek gidebileceğiniz koyun yürüyüş parkuru da manzarasıyla çok etkileneceğiniz yerlerden. Plaj tesisleşmemiş, bu yüzden tuvalet, cankurtaran veya şezlong bulamıyorsunuz.

Image
6
  1. Nadur

Malta’nın eski köylerinden biri olan Nadur, Ortaçağ şövalyelerinin kanal nöbeti tuttuğu nokta. Adıda Malta dilinde ‘nöbet tutmak’ anlamına geliyor. Nadur’un en tepe noktasında bulunan Ta ‘Kenuna Kulesi’nden Malta ve Comino Adaları ile birlikte yemyeşil vadilerin Akdeniz ile kavuştuğu muhteşem bir manzara izleyebiliyorsunuz.  Köyde bir de 18. Yüzyıldan kalma Barok tarzda bir kilise var. Her yıl 29 Haziran’da dini festivallere ev sahipliği yapan köyün kıyı şeridi ise Ramla (adanın en popüler koyu ve kırmızı plaj da deniliyor), San Blas ve Dahlet Qorrot adındaki 3 huzurlu koydan oluşuyor.

Ada Devleti’nin en büyük üç adasının en küçüğü olan Comino Adası 3,5 kilometrekare büyüklüğünde ve araç kullanılmadığı için her yerini yürüyerek gezebiliyorsunuz. Rotasındakültürel bir nokta olmasa da, Malta’nın en güzel plajıBlue Lagoon bu adada bulunuyor. Bu plaj Malta Devleti’nin en kalabalık plajı olmasına rağmen Malta’ya gelen turistlerin en çok tercih ettiği yerler arasında ilk sıralarda bulunuyor.

Malta’nın Tarihi

Malta tek başına bir ada değil, 5 takımadadan oluşan ve adını da en büyük adasından alan bir ada devleti. Tam bağımsızlığını kazanana kadar birçok badire atlatmış ve birçok medeniyete yurt olmuş Malta Güney Avrupa’da, Akdeniz’in tam da ortasında konumlanıyor.

Tarihi boyunca gelenlerin ve gidenlerin birçok eser bıraktığı Malta’da inanılmaz bir kültür mozaiği var. 21. yüzyıla taşınıp gelen bu mirasın yaydığı atmosferi adanın her yerinde hissedebiliyorsunuz. Peki, Malta’nın bilinen tarihi ne zaman başlıyor ve günümüze kadar uzanan hikayesinde neler barındırıyor bilmek ister misiniz?

Malta’nın Milattan Öncesi

Neolitik Dönem

Çok uzun ve köklü bir tarihe sahip Malta’da ilk yerleşim kimi tarihçilere göre M.Ö. 5900’lerde, kimilerine göre M.Ö. 4000’lerde başlıyor. Neolitik Çağ içinde değerlendirilen bu dönemlerde adaya ilk gelenler ise toprakla haşır neşir olan çiftçiler ve balıkçı toplulukları. Açık alanlarda ve mağaralarda yaşayan bu grupların muhtemelen adanın 100 km kuzeyindeki Sicilya’dan geldikleri düşünülüyor. Adadaki Yeni Taş Çağı’na ait en iyi buluntu veren yerler ise güneyindeki Birzebbuga ve hemen yakınındaki GharDalam Mağarası. Bu bölgede yapılan araştırmalarda geyik, fil ve hipopotam fosillerine rastlanmış olup,muhtemelen Avrupa ve Afrika kıtalarının birbirlerinden ayrılmadan önceki dönemini yansıtıyor. Toprağın kuraklaşıp tarımın imkansızlaştığı 1000 yıllık bir dönemden sonra ise (tahmini tarih M.Ö. 3850) adaya Sicilya’dan tekrar bir göç dalgası yaşanıyor. İşte bu dönemden sonra da Malta için yeni bir sayfa açılıyor.

Tapınaklar Dönemi

Malta’nın en önemli tarihsel süreçlerinden biri de M.Ö. 3850’de başlayan ve M.Ö. 2350’ye kadar süren 1500 yıllıkTapınaklar Dönemi.  Bu dönemden kalan en önemli eser ise Malta dilinde çok büyük anlamına gelen ‘ggant’ dan türeyen Ggantija Tapınağı. Dünyanın GozoTemple adıyla tanıdığı bu büyük kompleks bir merkeze bağlanan yarım daire şeklindeki beş odacıktan oluşan tapınaklar şeklinde ve dünyanın en eski yapılarından biri olarak kabul ediliyor. Bu odacıkların da bir tanrının kol, bacak ve baş gibi uzuvlarını temsil ettiği yönünde görüşler var. Ayrıca alanda doğurganlığı simgeleyen ve bereket tanrıçası gibi betimlenen tombul kadın heykellerinin bol miktarda bulunması da bu tezi doğruluyor. Mısır’daki piramitlerden bile daha eski olan bumegalitiktapınakları yapan medeniyetin yok olmasına sebep olarak da yoğun kuraklık ve değişken iklim koşulları gösteriliyor. Tapınaklar Dönemi’nin ardından Malta’da Bronz Çağı başlıyor. 

Bronz Çağı

Mağara ve açık alan yerleşim dönemlerinin kapandığı Bronz Çağ’da yavaş yavaş köyler kurulmaya başlanıyor. Bu çağda insanların başkalaştığının en önemli göstergesi ise kazılarda bulunan büyük sunak benzeri yapılar. Malta’nın Bronz Çağ’ı yansıtan en önemli eseriClapham Kavşağı olarak da bilinen paralel kanallar ve bu kanalların yük hayvanlarının yürümesini kolaylaştıran bir yol düzeneği olduğu düşünülüyor. Malta’nın Fenikelilerce kolonileştirilmeye başladığı M.Ö. 700, tarih öncesi devrin de kapandığı bir dönüm noktası olup Antik Çağı başlatıyor.

Fenikeliler ve Kartacalılar

M.Ö. 8. Yüzyıldan başlayarak Fenikelilerin Akdeniz’i keşfedip ticaret yapmasıyla adalar çok önemsenen ve dört yana hakim olunabilecek karakollara dönüşüyor. Malta’nın bu dönemlerde Fenikelilere yurt olduğunu gösteren en önemli kanıtlar ise o dönemden kalan mezarlar.

M.Ö. 5 yüzyılda ise devreye Kartacalıların girmesiyle ada İtalya’nın güneyiyle bağlantılı en önemli ticaret merkezi oluyor. M.Ö. 4. yüzyıla kadar en zengin zamanlarını yaşayan adanın bu süreçten sonra Helenistik dönemin etkisi altına girdiği sanılıyor. Mimarisi ve çanak çömleğiyle bu devrin zenginliğini yansıtan adanın M.Ö. 255 yılında Romalılarla Kartacalılar arasında yapılan ve ‘Yüzyıl Savaşları’ olarak anılan Pön Savaşları sırasında harap edildiği de tarih araştırmalarıyla tescillenmiş. Kartacalılar giderken adada M.S. 5. yüzyıla kadar sürecek Roma egemenliğinin başladığı biliniyor. 

Romalılar Dönemi

Batı Akdeniz egemenliğini Roma’ya geçiren Pön Savaşları sonrası Malta, Sicilya eyaletinin bir parçası olmuş. Fakat M.S. ilk yüzyılda MaltaMelite şehrinden yönetilmeye başlanıyor ve ilk halk meclisi de bu şehirde kuruluyor. Bu dönemde şehrin kalın surlarla çevrili olduğu ve hendeklerle korunduğuna dair kalıntılar var. Şehrin ve dolayısıyla adanın en yüksek kesimlerinde ise bir tapınağın olduğu düşünülüyor. Domvs Romana adındaki bu yapının kazı çalışmalarında Pompei tarzı mozaiklere rastlanmış. Yapının özel bir tapınak olduğunu düşündüren de bu ihtişamlı hayat kalıntıları.

Roma döneminde zenginleşen Malta’nın resmi dili Latince olarak değişip, dini ise Roma inanışlarına kaymış. Ama yerel dili ve kültürü M.S birinci yüzyıla kadar varlığını korumuş. M.S 60’lara gelindiğinde ise ada en önemli tarihsel olaylarından birini yaşayarak Hristiyanlık diniyle tanışmış.

 

Hristiyanlığı Malta’ya getiren kişinin Hz. İsa’nın 12 havarisinden biri olan Aziz Paul olduğuna inanılıyor. Bir rivayete göre Aziz Paul’un içinde bulunduğu gemi fırtınada batmak üzereyken Malta kıyılarına yanaşır. Adayla tanışması mecburiyetten olsa da, aziz bu topraklardan kolay kolay ayrılamaz ve geri kalan yaşamını Malta’da geçirir. Adada günümüzde de Aziz Paul adına bayram düzenlendiğini ve halkının da yüzde doksanının Katolik olduğunu belirtmeden geçmeyelim. Önce Batı, M.S 4 yüzyıla gelindiğinde de Doğu Roma İmparatorluğu tarafından yönetilen Malta, bu süreç sonrası Bizanslıların eline geçiyor.

Bizans Dönemi

M.S. 533 yılında Bizans Generali Belisarius’un Sicilya – Kuzey Afrika yolculuğu sırasında uğradığı Malta, o zamanlar Bizans yönetiminde olan Sicilya’ya tekrar bağlanmış.  Malta’da bulunan ve 6. yüzyıldan 8. yüzyıla kadar tarihlenen seramikler de adanın bu çağlarda oldukça stratejik bir merkez olduğunu doğrular nitelikte.  Tam 375 yıl boyunca Bizans egemenliğinde kalan Malta’nın M.S. 870 yılında Kuzey Afrika kökenli Müslüman Berberilerin işgaliyle tarihi tekrar değişmiş.

Arap Dönemi

Müslümanların adayı kuşatmayla aldığı biliniyor fakat bu kuşatmanın ne kadar sürdüğü konusunda yorum yok. Melite kentinde kiliselerin Araplar tarafından yağmalandığı, kiliselerden çıkan taşların da Sousse Kalesi’ni inşa etmek için kullanıldığı düşünülüyor. 11. yüzyıl başlarında adı Medine olarak değişen ve yeniden yapılanıp güzelleşen Melite şehrine Müslümanlar yerleşiyor. Bu süreçte Bizanslılar şehri tekrar kuşatmayı deneseler de Araplar tarafından püskürtülüyor.

Ada tamı tamına 200 yüzyıl boyunca Arap himayesinde kalırken, bu dönemde özellikle tarım alanında büyük bir kalkınma sağlanmış. Ada halkının Araplar döneminde refah içinde yaşadığı, başta Gozo Adası olmak üzere birçok köy ve kasabanın Arapça isminin de bu dönemden yadigar kaldığı biliniyor.

Normanlar Dönemi

Müslümanların iki asır süren hakimiyetinden sonra 1091 yılında Sicilya Kontu I. Roger tarafından işgal edilen Malta, 1127’de kontun oğlu tarafından Hıristiyanlaştırılmaya başlandı. Yalnız otorite olan güçlü bir Müslüman kesim varlığını 1224 yılına kadar sürdürmeye devam etti. 12. yüzyıldan 16. yüzyılın başlarına kadar Sicilya Krallığı’nın hükmettiği adada bu defa da Latinleşme süreci hakim oldu. Bu dönemde gördükleri baskı sonucu Müslümanların çoğu Hristiyan olmak ve önceki kimliklerini gizlemek zorunda bırakıldı. Normanların Malta egemenliğini, Almanların, İspanyol ve Fransızların kısa hakimiyetleri izledi.

Malta Şövalyeleri Dönemi

Malta’nın Normanlarla başlayan ve sık sık değişen 5 asırlık hükümdar yönetimi 1530 yılında St. John Şövalyelerinin gelmesiyle tamamıyla değişerek bir tarikat yönetimine dönüştü.

Malta Şövalyeleri de denilen bu tarikatın (bir diğer adıyla Hospitaliyerler) tarihteki hikayesi ise 1080 yılında Kudüs’te başlıyor. O zamanlar Müslüman olan Kudüs’te Hristiyan hacıların tedavisi için kurulan St. John Hastanesi zamanla bir tarikatın doğduğu yere dönüşüyor. Ve bu tarikat 1113 yılında Papa fermanıyla resmen tanınıyor. Malta Şövalyeleri ilk başta Hristiyanları korumak adına bir misyon edinmişken sonraları Hristiyan olmayanlara karşı savaş başlatmış bir iktidar. 1187 yılında Osmanlılar Kudüs’ü alınca kendilerine başka bir üs arayan şövalyeler,Osmanlılara karşı savaşarak aldıkları Rodos’ta 1309’dan 1522’ye kadar kalmışlar. 1522 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın gönderdiği donanmaya yenilince de Sicilya’ya çekilmek zorunda kalmışlar. Malta Adası’na gelmeleri ise bu yenilgiden sonra olmuş.

Malta’yı almak isteyen Osmanlılar 1565 yılında adayı kuşatınca başlayan savaşta yenilgiye uğramış. 4 aylık Osmanlı kuşatmasına direnen ve zafer kazanan şövalyelerin o zamanlar 70 yaşında olan lideri Jean Parisot Valetta (tarih sayfalarında ‘Büyük Üstat’ olarak da anılıyor) üç yıl sonra vefat ettiğinde adı Malta’nın başkentine verilmiş. Şövalyeler kazandıkları zaferle Malta’yı hem mimari hem de sanatsal açıdan yapılandırıp ticareti de geliştirmişler. Günümüzde Malta’nın tarihi mirasını temsil eden yapıların çoğunu da bu dönemden kalanlar oluşturuyor.

Fransız İşgal Dönemi

Şövalyelerin güçlerinin azalmaya başladığı dönemlerde Mısır seferine çıkan Napolyon 1798 yılında gemilerine ikmal için Malta’da durur. İkmal talepleri karşılanmadığında ise Valletta’ya bir tümen asker gönderir. İşte Malta’nın Fransız himayesine girmesinin sebebi de bu olaylar zincirinde imzalanan bir teslimiyet anlaşması. Napolyon Malta’da kaldığı sayılı günler içinde yeni bir yönetimin oluşmasında, belediyelerin kurulmasında, köleliğin kaldırılmasında ve yeni okullar açılması konusunda girişimlerde bulunur. Yargı sistemini yeniler, aile yasaları oluşturur ve üniversite müfredatına bilim dersleri ekler. Bunca reforma rağmen Fransızlar tarafından yönetilmek istemeyen Malta halkı 1814’de imzalanan Paris Anlaşması sonrasında gönüllü olarak İngiliz hakimiyetinegirmiş. Tarih yolculuğuna bir İngiliz sömürgesi olarak devam eden Malta’nın yakın dönem tarihinde ise bakınız neler var;

Malta’nın yakın dönem tarihi

Paris Anlaşması’ndan sonra Büyük Britanya İmparatorluğu’nun toprağı olan Malta 21 Eylül 1964’de bağımsızlığını kazanana kadar İngilizler tarafından, bağımsızlık sonrası da Milliyetçi Parti tarafından yönetildi.  1965 yılında Avrupa Konseyi’ne girişinin ardından, 13 Aralık 1974 tarihinde cumhuriyet ilan etti. 1 Mayıs 2004’de de Avrupa Birliği’ne üyeliği onaylandı.

Çok görmüş, çok geçirmiş bu küçücük ülke günümüzde Sosyal Demokrat İşçi Partisi tarafından yönetiliyor. Ve artık bağımsız olsa da, İngiliz Uluslar Topluluğu’na üye olduğu için İngiliz Anayasası’nı kullanıyor.